Bazen futbol öyle senaryolar çıkarıyor ki, sanki “birileri” özellikle mizah duygusu olan bir senaristi görevlendirmiş. Fas’ta düzenlenen Afrika Kupası’nda Cezayir–Sudan maçı, hani şu “grup maçı işte” diye geçip gidecek türdendi. Ama bölümün asıl “başrolü” bir anda krampon bile giymeyen birine gitti: Zinedine Zidane. Rabat’ta tribünde görünür görünmez stat birkaç kez efsane nakaratı patlattı: “Zizou! Zizou!” Kabul edin, her gün arkanda VIP locasından böyle bir destek olmaz.
Tribünde Zizou, Kalede Luca: Aile Nöbeti Devralıyor

Zidane-baba, bu yıl Cezayir Milli Takımı’nda oynamaya başlayan oğlu Luca’yı izlemek için gelmiş. Ve şunu söyleyeyim: Bu ziyaret “hadi bakalım oğlum, kendine dikkat et” tadında gergin bir aile seansı olmadı. Luca gayet derli toplu bir maç çıkardı; iki kurtarış yaptı, kalesini gole kapattı ve genel olarak “bu milli takım işi bir macera değil, düşünülmüş bir plan” havası verdi.
Cezayir de zaten “drama istemiyoruz” modunu açmıştı: Sudan’a karşı 3-0, Riyad Mahrez’den duble, üstüne Bayer’den İbrahim Maza’dan bir gol daha. Böyle rahat bir tabloda kalecinin işi sadece refleks değil; savunmayı yönetmek, topa çıkış zamanlaması, yerden kesmeleri okumak… Luca tam da bu paketi gösterdi. Yani kamikaze kahraman değil; güven veren, “bana bırakın” diyen bir kaleci.
Luca Zidane Cezayir’e Nasıl Geldi: Arayış Mantığı Ve Biraz da Kader

Cezayir’de uzun yıllar kalenin değişmez “bir numarası” Raïs M’Bolhi’ydi — hani şu Krylya Sovetov efsanesi var ya, onu hatırlayanlar çıkar. Adam hâlâ futbol oynuyor ama milli takımda epeydir yok: geçen yılın ocak ayından beri davet almıyor, milli formayla sahaya çıkışı da 2022’de kalmış. Sonra kalede farklı denemeler gördük: Caen’den Anthony Mandrea (ki şimdi Fransa üçüncü ligine düşmüş durumda) ve Saint-Étienne altyapısından Alexis Guendouz — önceki Afrika Kupası’nda asıl kaleci oydu.
Federasyon “tamam da, başka seçenek?” diye alternatif ararken radarına Luca girdi: Segunda’da Granada’nın birinci kalecisi. Milli takım için bayağı net bir paket; Avrupa futbol eğitiminden gelmiş, düzenli maç ritmi var, formu sıcak. Üstelik kök bağlantısı da anlaşılır. Zidane’ın Cezayir tarafını zaten herkes biliyor: anne-babası Kabili, yani Berberi halklarından; Fransa’ya da iç savaşın başladığı dönemde Marsilya’ya göç etmişler. Dolayısıyla bu hikâye “Avrupa’da soyadı tuttu, hemen çağırdık” değil; daha çok yıllardır çekilen bir aile ipinin en sonunda milli takım kapısına bağlanması gibi.
Luca da zaten aileden destek aldığını söylemişti; dedesi Smail ise “ataların toprağı” fikrinin en büyük savunucusuymuş. Açık konuşayım, bu işin en canlı tarafı da bu: PR değil, hype değil, “hazıra konma” değil — aile için anlamlı bir şey yapma arzusu.
FIFA Tamam Dedi, Debüt Biraz Gerdi, Şimdi “Clean Sheet” Ve Babanın Gülümsemesi

Eylül’de FIFA, Luca’nın futbol vatandaşlığı değişimini onayladı; ekimde de ilk kez milli takıma çağrıldı. Uganda’ya karşı debüt etti, daha 6. dakikada gol yedi (orada savunma topluca “sanat eseri” çıkardı), ama Cezayir maçı yine de 2-1 kazandı. İlk maç için fena değil: önemli olan, dağılıp gitmemesi ve takımın sonucu almasıydı.
Sonra futbolun klasik “kader şakası” geldi: Aralık’ta Alexis Guendouz kaval kemiğini kırdı, teknik ekip Afrika Kupası’nın ilk turunda kaleyi Luca’ya emanet etti — o da çıktı, gol yemedi. Şu sahneyi gözümün önüne net getiriyorum: 23 numaralı forma Fas’tan uçağa atlayıp dedesi Smail’e gidiyor. Çünkü bazen en büyük kupa, tribünde değil; telefonda titreyen bir sesle gelen “seninle gurur duyuyorum” cümlesi.
Zidane Kardeşler Dağılıyor: Diğer Oğullar Nerede, Kim Neye Oynuyor
Zinedine ve Veronique’in dört oğlu var — neredeyse hepsi bir şekilde futbola tutunmuş (tabii bir tanesi “ben doyduğum kadar yedim” deyip masadan kalktı).
Enzo: Real Madrid’le Gol Var, Ama Masal Mutlu Bitmeden Kapandı

En büyük oğul Enzo; Zizou’nun, Marseille’in 10 numarası Enzo Francescoli’ye olan hayranlığından ismini alan o ilk göz ağrısı. Real Madrid akademisinden geçti, Castilla’da oynadı ve hatta A takımla bir maça çıktı. Çıktı da öyle “sahaya adım attı” diye değil; Copa del Rey’de Cultural Leonesa’ya karşı Mariano Diaz’ın asistinde golünü attı. Evet, babası teknik direktörken oyuna aldı; o da “evet baba, gördüm seni” dedi.
Real’den sonra kariyer tam bir futbol road movie’sine döndü: Alaves, İsviçre’de Lausanne, ardından İspanya ve Portekiz’de küçük kulüpler… Bir ara babasının yatırımcılarından olduğu Rodez’de de oynadı. 2024’te üçüncü ligdeki Fuenlabrada’dan ayrıldı ve Eylül 2024’te 29 yaşında kariyeri noktaladı. Şimdi odağı spor dışı projeler ve yatırımlar — açıkçası bu da olgun bir tercih: herkes soyadı yükünü 35’e kadar taşımak zorunda değil.
Theo: Babaya Benzeyen Profil, Ama Şimdilik “Şansını Alır” Modunda

Üçüncü oğul Theo. O da Real altyapısından, merkez orta saha; geçen yazdan beri Segunda’da Córdoba forması giyiyor. Kardeşler arasında Zidane’a tip olarak en çok benzeyen o olabilir: uzun (196 cm), teknik, hızlı. Hatta Şampiyonlar Ligi grup aşamasında Real Madrid–Napoli maçının kadrosuna bile yazıldı. Sahaya girmedi ama bu durum Wikipedia’nın “Şampiyonlar Ligi şampiyonu” yazma refleksini tetiklemeye yetti. Evet, internet bazen “yanından geçti”yi bile kupa sayabiliyor, biliyorsunuz.
Theo, Cezayir–Sudan maçına babasıyla birlikte geldi. Sebep sakatlık: sezonun ilk bölümünde ağrıyla oynadı, aralıkta ameliyat oldu; önümüzdeki üç ay rehabilitasyonda.
Elyaz: Stoper, Solak Ve “En Zoru Ona Düşüyor” Hissiyatı

En küçük oğul Elyaz, daha 19 yaşında. Real okulundan çıkma ama geçen yıl Betis’in genç takımına geçti. Boy 194 cm; üçüncü ligde Betis Deportivo’da stoper oynuyor. Bir de işin Fransa milli takımları tarafı var: Elyaz, Fransa yaş gruplarında da sahne aldı.
2022’de U-17 Avrupa Şampiyonası’nı kazanan kadrodaydı ama daha çok rotasyon oyuncusuydu (finalde, kadrosunda Dean Huijsen olan Hollanda’yı yenmişlerdi). 2025’te ise U-20 ile gençler dünya şampiyonasına gitti: ilk maçta hata yaptı, sonra toparlandı, as kadroya yerleşti ve üçüncülük maçında kaptanlık bandını bile taktı (yarı finalde Fas’a penaltılarla elendiler). Teknik direktör Bernard Diomède, Elyaz’ı överken sol ayağına, tekniğine ve fizik gücüne dikkat çekmiş ve bir de çok doğru bir noktaya parmak basmıştı: Zidane’ın oğlu olmak bazen bonus değil; bileğe bağlanmış bir ağırlık. İlgi çok, beklenti daha çok, “kötü gün” yaşama lüksü ise neredeyse yok.
“Kökenine Göre Milli Takımlar”: 2020’lerin Gerçeği Ve Biraz da İçten Homurdanma

Ayrı bir konu daha var: Afrika’daki birçok milli takım (hatta Asya’dan ve UEFA içinden bazıları da) uzun zamandır “ülkenin yerel futbol okulunu temsil ediyoruz” kafasından çıktı. Avrupa’da büyümüş ama kökleri kendilerine uzanan oyuncuları bulup davet ediyorlar. Üstelik bu oyuncuların bir kısmı ülkenin dilini bile konuşmuyor; eğer dil Fransızca, Almanca ya da İngilizce değilse özellikle. Luca’nın durumu daha da “ilginç”: Kendisi Cezayir’de doğmadı; hatta anne-babası bile Cezayir’de doğmamış.
Ve burada bitmeyen tartışma başlıyor: Bu takım “gerçek” milli takım mı? Bana kalırsa modern futbolda “gerçeklik”, doğum yeriyle değil; seçimle ve o seçimin sorumluluğunu taşımakla ilgili. Oyuncu gelip oynuyorsa, o formayı sahipleniyorsa, tribüne saygı duyuyorsa — topu ilk kez nerede sektirdiğinin ne önemi var? Kaldı ki “bizden değil” muhabbeti yapanların bir kısmı, Batı Avrupa milli takımlarında doğup büyümüş oyunculara da sırf ten rengi üzerinden laf ediyor. Sahte olan pasaport değil; o bakış.
Luca’ya şans. Ve evet, hayal çok güzel: 2030’da Fransa’yı Zinedine çalıştırıyor, Fransa’da Elyaz oynuyor, Cezayir’de Luca… Aile yemeği o maçtan sonra herhangi bir talk show’dan daha eğlenceli olur. Elyaz, Fransa A Milli seviyesine çıkamazsa ne olur? Kim bilir, belki Cezayir kapısı ona da bir gün açılır. Bu dünyada her şey mümkün — özellikle soyadın Zidane’sa ve yetenek “miras” değil, çalışmanın sonucuysa.







