“Şöhret gereksiz”: Morgan'da Ronaldo — mezarlıkların sessizliği, kırmızı slip mayo ve kupalardan daha güçlü hırslar

Avatar
Nevin Lasanis
11/11/25
Paylaşmak
   

Piers Morgan ve Cristiano Ronaldo yeniden birbirlerinin karşısına oturdu — ve sohbet bir anda futbol sahasının sınırlarının dışına taştı. Bu bölümde Ronaldo, kendi çelişkilerini dürüstçe masaya yatırıyor: mutlak şöhretle nasıl yaşanır, neden etraftaki gürültüye teslim olmamak gerekir, pasaportta kırk yazarken fiziksel form nasıl 28'lik seviyesinde tutulur ve Rio kıyısında Beckham'la güzellik kıyaslamasının ne anlamı vardır. Ortaya, Dünya Kupası hayalinin artık için için yanmadığını açıkça söyleyen ama oyuna, gollere ve samimi konuşmalara hâlâ aç olan bir adamın itirafı çıktı.

Kameralar yerine sessizlik: Ronaldo neden Jota'nın cenazesine gitmedi

İlk konu — pek çoğunun skandala çevirdiği bir karar. Ronaldo, neden Jota'nın cenazesinde görünmediğini açıklıyor. Babasının ölümünden sonra mezarlıklara gitmeyi bıraktığını ve böyle anları kendi kişiliği etrafında kurulan “sirk”ten korumayı öğrendiğini söylüyor. “Nereye gitsem dikkat kayıyor. Böyle günlerde bu kabul edilemez,” diyor. Ön sıralarda poz vermemek, flaşları yakalamamak, hüznü haber malzemesine çevirmemek — onun ilkesi. Ve evet, gülümseyerek itiraf ediyor: “Doğum gününü sakin kutlamak istiyorsanız beni çağırmayın: on dakika sonra fotoğraf çekimi ve gürültü başlar.” Şöhret yüksek sesli bir enstrüman ve bazen fişini çekmek gerekir.

Anıya borç: McDonald's'taki kadınla tesadüfi karşılaşma

Lizbon'da, havaalanının özel bölümünde, çocukluk yıllarından başlayan bir hikâye onu yeniden yakalıyor. “Sporting” akademisinde kaldığı dönemde, cebinde para olmadığında onu doyuran McDonald's çalışanı bir kadın vardı. Yıllar sonra, onu kalabalığın içinde tanıdı. Sıkıca sarıldı — “çocuklar bile şaşırdı” — ve söz verdi: “Zaman bulduğumda, o dönemde bana yardım edenler için güzel bir şey yapacağım.” Bu sahnede nostaljiden çok, yolun nasıl örüldüğüne dair bir kavrayış var: yabancıların küçük ve sıcak jestlerinden.

Pasaport 40, beden 28: büyü değil disiplin

“Seni 28 yaşındaki birinin bedeniyle tarif ediyorlar,” diye pas atıyor Piers. Ronaldo itiraz etmiyor ve konuşmayı mucizeler yerine düzene çeviriyor. 12 yaşından beri salon var — ama fanatizm yok: haftada iki-üç antrenman, kaliteli uyku, doğru toparlanma ve hepsinden önemlisi tutarlılık. Bu sprint değil, maraton: doğru işleri sistemli olarak tekrar ettiğinde vücut zaten karşılığını verir. Onun için bu artık “definasyon” değil, bir meslek; haftalık plan, saatlik moddan daha değerli.

Sen zaten örneksen kimi izlersin: LeBron, Djokovic, Modrić

İlhamı komşu sahalardan da almayı biliyor. LeBron James — yaşıt, hâlâ bir franchise'ı sırtlıyor; disiplin çelik gibi. Novak Djokovic — “sporda büyüklüğün, dayanıklılığın ve zekânın örneği.” Luka Modrić — güzel yaşlananların futbol meclisinden; çünkü bacaklar yavaşlarken zihin hızlanıyor. Ronaldo, her birinde salt yetenekten öte bir sistem görüyor — ve sistem, çoğu zaman kazanıyor.

Rolün evrimi: kanattan bitiriciye

“Bitiricilikte her zaman iyiydim,” diyor Cristiano, “ama zirve seviye sonradan geldi.” Yaş, ilk adımda santimetreleri alır; karşılığında karar alma netliğini artırır. Bugün o, ikinci dalgada ortaya çıkan, pozisyonları tek dokunuşta söndüren ve ceza sahası civarındaki ikili mücadeleleri kazanan bir bitirici. “En büyük hata, otuzdan sonra her şeyi bildiğini sanmak. Birçoğunda verim düşer; bende tam tersi.” Bu böbürlenme değil, manifestodur: futbol, küçük ayrıntıların matematiğidir.

“Benim futbol babam”: Ferguson, Rooney'ye saygı ve Messi kıyaslarına sakinlik

Sir Alex'ten yumuşak ve yalın sözlerle bahsediyor: “Sözünü tutan bir insan,” diyor; çaya gelirdi ve bir gün “futboldaki babası” oluverdi. Rooney mi? “Gündelik anlamda arkadaş değiliz ama birbirimize hep saygı duyduk.” Wayne'in “Messi daha iyi” sözleri onu sarsmıyor: “Karşılaşırsak elini sıkar, sarılırım.” Bu, manşetlerle değil, maç protokolündeki sayılarla tartışma kazanmayı öğrenmiş birinin yetişkin tonu.

Suudi sıcağı ve lig tartışması: neden argümanlarını dinlemeye değer

“Yıldan yıla daha çok gol atıyorum,” diye usulca hatırlatıyor Ronaldo ve Suudi Ligi bahsini açıyor. Pozisyonu değişmedi: ligi, içinde oynamayanlar küçümsüyor. Buradaki baskı başka — iklim, ritim ve artık “egzotik” olmayan, Avrupa'dan tanıdık yüzler. Premier League'in bir numara olduğunu inkâr etmiyor ama emin: Suudi Ligi Portekiz'den güçlü ve Fransa'daki PSG vitriniyle sınırlı çerçeveden daha geniş. Bir de Ballon d'Or çevresine basit bir sorusu var: “Suudi Arabistan'da atılan goller neden aynı goller olarak sayılmıyor?”

Artık olmayan bir hayal: Dünya Kupası zorunlu bir kanıt değil

Burada, “büyüklüğü” tek turnuvayla ölçmeye alışanları şaşırtıyor. “Dünya Kupası'nı kazanmak — benim hayalim değil,” diyor ve ekliyor: statü, kış ortasında üst üste altı-yedi maçtan ibaret değildir. Portekiz onunla üç kupa aldı — bu da tarihtir. Arjantin kürsülere alışkın, Brezilya zaten; eğer Portekiz kazanırsa — ki mümkündür — tüm dünyayı şaşırtır. Ama kişisel efsane, yalnızca o damgayı beklemek zorunda değildir. Ronaldo anı yaşamayı seçiyor — futbolda belki de en ayık felsefe budur.

“Güzellik sadece yüz değildir”: Beckham'la plaj tartışması

Piers gülümseyerek kışkırtıyor: “Kim daha yakışıklı — sen mi, David mi?” Ronaldo bir imgeyle karşılık veriyor. Hayal edin: Copacabana, kırmızı slip mayo, hindistan cevizi suyu, şöhret yok — sahilde iki sıradan adam. “Kimi daha çok fark ederler?” diye gülüyor ve kendisine güvenle oy veriyor. “David'in yüzü çok güzel, gerisi normal. Ben normal değilim; kusursuzum,” diye şakalaşıyor Cristiano. Bu özironi, kendi imajının bedelini iyi bilen birinin sesi.

İstenilen bir buluşma: Trump ve barış üzerine sohbet

Donald Trump için imzaladığı forma ve “barış için oynayana” notu tesadüf değil. Ronaldo politikadan kaçmıyor ama ona çizmelerle dalmıyor: etkisi büyük olanlarla “barış” hakkında konuşmak ilgisini çekiyor. “Televizyon izleyemiyorum,” diyor; haberleri açsa da gürültüden kapatıyor. Masa başında, süssüz bir sohbet istiyor. Trump'la “ortak bir şeyleri” olduğuna dair de küçük bir ipucu bırakıyor; detayını bu söyleşiye saklamıyor.

“Ben Trump'tan daha ünlüyüm”: seçmediğin şöhretle ne yapmalı

Konuşma, yarı şaka yarı ciddi bir şekilde üne kayıyor. “Dünyada benden daha ünlü kimse yoktur, sanırım,” diyor ve hemen ardından ekliyor: tüm futbol başarıları kalsın, şöhret gitsin — buna “yüzde yüz” imza atardı. Fazlalık çok; çoğu zaman fark edilmeden yürümek istiyor — kendi sözleriyle, böyle bir şansı olsa olsa yirmi yıl önce vardı. Yaşanmış olanı romantikleştirmeyen birinin ayık bakışı bu.

Uzun sohbetin tadı: Ronaldo bugün nasıl tınlıyor

Kameralar kapandığında, konuştuğunun bronz bir heykel değil; hırsıyla özironiyi barıştırmış canlı bir profesyonel olduğu duygusu kalıyor. “Mükemmel” bir Dünya Kupası rüyasının peşinde koşmuyor artık; çünkü bitiş şeridi kadar yolun kendisini de sevmeyi öğrendi. Lig sıralamalarını tartışıyor ama tartışmanın altına sıcakta ve baskı altında biriken tecrübeyi koyuyor. Güzellikte Beckham'la şakalaşırken, Trump'la barışı ciddiyetle konuşmaya hazır. Kendi aşırı şöhretini kabul ediyor — ve ondan yorgunluğunu da. Aynı anda en iyi yaptığı şeye devam ediyor: atakları bitirmek, daha fazlasını öğrenmek ve futbol akşamlarını sayılarının yalan söylemediği, sayıların içindeki insanın ise saklanmadığı hikâyelere dönüştürmek.

İlgili gönderiler