NBA'de giderek daha sık şu rahatsız edici düşünce dile getiriliyor: lig, basketbolcuların kötüleştiği için değil, onlara çocukluktan itibaren yanlış basketbol öğretildiği için geriliyor. Koçlar ve yıldızlar bu durumun sorumlusu olarak hep aynı kısaltmayı gösteriyor: AAU. Bir zamanlar çocukların gelişimi için amatör bir platform olan yapı, zamanla highlight'ların, istatistiklerin ve hızlı başarının oyunu anlamanın önüne geçtiği sert bir ticari konveyöre dönüştü. Bu zeminde MVP ödülünü alan ve Avrupa, Kanada, Afrika, Avustralya gibi bölgelerden çıkan yabancı yıldızların sayısı artıyor ve bu artık tesadüf değil, kalıcı bir eğilim.
MVP'nin Avrupa dalgası: Amerikan sistemine alarm sinyali

Henüz çok kısa bir süre önce NBA'nin en önemli bireysel ödülünün düzenli olarak Amerikalı olmayan oyunculara gideceği düşüncesi akıl almaz görünüyordu. Ama gerçek şu ki: art arda iki kez MVP Giannis Antetokounmpo'ya, iki kez Nikola Jokic'e gitti; sonra unvan Kamerun-Fransa-ABD vatandaşı Joel Embiid'e geçti, ardından tekrar Jokic aldı ve şimdi yarışta Kanadalı Shai Gilgeous-Alexander ciddi aday olarak anılıyor. Bir sonraki MVP'ler sırasına çoktan Luka Doncic ile Victor Wembanyama girmiş durumda. En üst seviye yıldızlar katında Fin Lauri Markkanen ya da Alman Franz Wagner kimseyi şaşırtmıyor.
Paralel olarak lige dünyanın dört bir yanından yeni yetenek dalgaları giriyor: Fransızlar Alex Sarr ve Zaccharie Risacher, Litvanyalı Matas Buzelis, Avustralyalı Dyson Daniels, İspanyol Hugo Gonzalez, Çinli Yang Hanxeng, Rus Egor Demin. Tüm bunların fonunda, uzmanlar önümüzdeki yılların olası Amerikalı MVP adaylarının listesini yaparken çoğu, büyük bir güvenle... aslında yalnızca Anthony Edwards'ın adını telaffuz ediyor.
Yani Amerika'da yetenek kaybolmuş değil, ancak gerçekten elit, "tamamlanmış" oyunculardan oluşan katman gitgide inceliyor. Ve birçokları bunu, çocuk ve genç basketbolunun yapılış biçimiyle — her şeyden önce AAU sistemi üzerinden — ilişkilendiriyor.
AAU: soylu amatörlükten elit vitrine
Başlangıçta AAU (Amateur Athletic Union), son derece asil bir proje olarak tasarlandı. Organizasyon 1888 yılında amatörler arasında sporu geliştirmek, çocuklara ve gençlere organize müsabakalara katılma ve oyun üzerinden gelişme imkânı sağlamak için kuruldu.
Uzun süre AAU, sadece ilerlemek isteyenler için fazladan basketbol imkânı sunan bir tür seçmeli ders gibiydi. Ancak ABD'de klasik "lise – kolej – NBA" merdiveni kuruldukça AAU bu basamakların arasına ustaca yerleşti, yetkilerini genişletti ve zincirin önemli bir halkasına dönüştü.
1980'lerin ortalarına gelindiğinde her şey değişti. Odak, geniş amatör kitlenin gelişiminden, en iyi lise oyuncularının hizmetine kaydı. AAU'nun temel hedefi netleşti: lise yıldızlarına okul sezonu dışında oynayabilecekleri bir saha sunmak ve böylece kolej ile NBA gözlemcilerinin dikkatini çekmek. Eğitim ikinci plana itilen bir yan ürün haline geldi; merkezde ise piyasası olan "ürünün" sergilenmesi yer aldı.
1990'ların başına gelindiğinde AAU tam anlamıyla elit bir kulübe dönüştü: programa yalnızca davetle giriliyor, oyuncular bireysel olarak seçiliyor, ebeveynler ise hatırı sayılır aidatlar ödüyor. Ayrıcalıklılık unsuru, organizasyonun statüsünü besliyor; AAU turnuvalarına katılım daha prestijli koleje girme, yüksek burs kapma ve NCAA koçlarının radarına girme şansını artırıyor. Formül kağıt üzerinde kusursuz görünüyor: lise – AAU – NCAA – NBA ve rakiplerin seviyesi hep yüksek.
Ama tam da bu aşamada sistem kendi ağırlığı altında çatırdamaya, gelişim aracı olmaktan çıkıp yapısal sorunların kaynağına dönüşmeye başlıyor.
Öncelikler baş aşağı: galibiyetler, highlight'lar ve "hazır ürün"

Elit bir marka imajına uymak için AAU sürekli sonuç göstermeye mecbur. Böyle bir ortamda basketbolcuyu düşünen, oyunu okuyan bir oyuncu olarak yetiştirmek geri plana itiliyor. Çok daha önemli olan, henüz hazır olmasa bile "hazır lideri" sergilemek.
Buradan çıkan mantık basit:
- mümkün olduğunca sık ve farkla kazanmak;
- oldukça fazla sayı bulmak;
- sosyal medyada yayılacak highlight videoları üretmek;
- programın ve bireysel oyuncuların popülaritesini yükseltmek.
Bu yaklaşım, tipik set tercihlerini beraberinde getiriyor:
- tüm sahaya baskı — maksimum baskı ve kaos;
- bire bir yerine bölge savunması — öğretmesi daha hızlı, kazanması daha kolay;
- hücumu 1–2 oyuncu yönlendirir, geri kalanlar figüran hâline gelir.
Bunun bedeli hem basit hem de ürkütücü:
- çocuklar oyunu okumayı, pas açılarını görmeyi, karar vermeyi öğrenmez;
- takım hâlindeki gelişim yok olur — yalnızca şut atan oyuncu ilerler;
- set çeşitliliği ortadan kalkar: oyun, pozisyon hücumu yerine fast-break koşularına ve gidip gelmelere dönüşür.
Sonuç olarak AAU'dan çıkan pek çok genç, basketbolun tam anlamıyla ne olduğuna dair çarpık bir fikre sahip oluyor. Onlar için mesele, yarı saha hücumunu nasıl kuracakları değil, mümkün olduğunca çok sayı atıp en iyi pozisyonlarına giren bir video kesitine sahip olmak.
Adam adama yerine alan: temel savunma nasıl yok oluyor
Bire bir savunma, sadece "birine karşı bir" oynamak değildir. Bu, sorumluluğun ve oyunu anlamanın okuludur:
- topa baskı;
- perdelerden geçme ve switch yapma becerisi;
- takım arkadaşlarıyla sürekli iletişim;
- "Bu oyuncu benim, ondan ben sorumluyum" duygusu.
Ancak AAU'da koçlar kitlesel şekilde alan savunmasını tercih ediyor. Sebepler de belli:
- alan savunmasını anlatmak daha kolay — şemaya göre dizer, temel rotasyonları tarif edersiniz;
- alan savunması, savunma zaafı olan oyuncuları gizler;
- AAU seviyesinde anlık başarı açısından daha etkilidir — "şimdi ve burada" daha çok galibiyet getirir.
Sorun şu ki, çocuk 10–14 yaş aralığında adam adama savunmayı öğrenmezse, 17–20 yaşında bu beceriyi edinmesi katbekat zorlaşıyor. Lisede ve kolejde, temeli hiç atılmamış bir savunma kültürünü sonradan inşa etmek neredeyse imkânsız. Buradan da NBA paradoksu doğuyor: kuşaktan kuşağa, hücumda parlayan ama savunmada ya sadece "var olan" ya da faaliyeti taklit eden oyuncuların sayısı artıyor.
Tecrübeli veteranlar ve koçlar açık konuşuyor: lige, her hücumda 25 sayı atan bir oyuncu olmaktan ziyade savunma uzmanı olarak girmek çok daha kolay. Ama AAU sürecinden geçmiş çocuklar bunu duymak istemiyor — onlara çocukluktan beri yalnızca sayı ve istatistiğin değerli olduğu, kirli ama paha biçilmez savunma işinin ise arka planda kaldığı öğretiliyor.
Maç çok, antrenman az: takım oyunu yerine kaos

AAU'nun bir diğer sorunu da maç ile antrenman arasındaki oranların tamamen tersine dönmesi. Liga, okul sporuna destek veren bir yardımcıdan çıkıp doğrudan rakibe, hatta yer yer sabotaj unsuru haline geldi.
Öğrenciler çoğu zaman aynı anda birkaç spor dalıyla ilgileniyor: kışın basketbol, baharda beyzbol ya da atletizm, kimi zaman lakros. Böyle bir çeşitlilik, vücudu ve koordinasyonu çok yönlü geliştiriyor, hangi branşta profesyonel seviyede potansiyel olduğunu erken yaşta anlamaya yardımcı oluyor. Ancak AAU'nun neredeyse tüm yıla yayılan takvimi, okul sezonlarıyla çakışan turnuvaları çocukları seçim yapmaya zorluyor: okul takımı mı, yoksa AAU mu?
Bundan herkes payını alıyor:
- çocuklar aşırı yükleniyor — günde birkaç maç oynuyorlar, bazen farklı branşlarda;
- okul koçları en önemli maçlara en iyi oyuncularını çıkaramıyor;
- ebeveynler yükümlülükler ve çatışmalar arasında kalıyor;
- okul takımlarındaki atmosfer bozuluyor — birileri sürekli AAU yüzünden kadroda yokken kolektif çalışmak zorlaşıyor.
Üstelik AAU takımları çoğu zaman "sağdan soldan toparlanıyor": farklı şehir ve eyaletlerden gelen, turnuvadan önce birbirini hiç tanımayan çocuklar bir araya getiriliyor. Uyum yakalamaya zaman yok — her zaman öncelik ekstra maçlarda, yani scout'lar için vitrin hazırlamakta. Takım basketbolunu gerçekten oynayabilenler bile, bu becerinin talep edilmediği bir ortama düşüyor: herkes kendisi için sahada, önemli olan kişisel performansı sergilemek.
Çocuk dizleri tüketim malzemesi olduğunda
Sistemin en karanlık yüzü ise çocuk sağlığı. AAU, ilkokul çağını da kapsayan tüm yaş grupları için turnuvalar düzenliyor. İkinci sınıf bir çocuğun sadece üç-dört maç oynamak için hafta sonu boyunca ülkenin bir ucundan diğer ucuna uçması artık olağan karşılanıyor. Ebeveynler için maliyetli, çocuklar için yıpratıcı; ama en büyük sorun başka: bu maratonda çocuklar yetişkin seviyesinde sakatlıklar alıyor.
Birçok ortopedist ve spor cerrahı aynı şeyin altını çiziyor: ergenlerin dizleri ve bağları bu yükü taşımıyor. Gençler haftada dört-beş gün koşuyor, zıplıyor, maç yapıyor; kimse hareket tekniğini ve doğru toparlanmayı takip etmiyor. Sonuçta 14 yaşındaki çocuklar, eskiden ancak 25 yaş üstü profesyonellerde görülen hasarlarla ameliyata giriyor.
Spor analistleri ve doktorlar, modern genç basketbolcunun fiziksel zirvesine çoğu zaman 16–17 yaşında ulaştığını, sonrasında ise vücudunun aşırı yüklenme ve kronik mikrotravmalar yüzünden adeta "dağıldığını" belirtiyor. Bitmek bilmeyen maçlar ve seyahatler arasında, uzun vadeli gelişim, kuvvet çalışması, teknik detay ve doğru toparlanma için gerekli zaman kalmıyor.
Her şeye rağmen sistemi neden kimse değiştirmiyor?

Kobe Bryant'tan Steve Kerr'e, lise koçlarından NBA efsanelerine kadar AAU'yu eleştirenler şunda birleşiyor: artılar ile eksiler arasındaki denge çoktan eksiler lehine bozuldu. Buna rağmen sistem neredeyse hiç değişmiyor.
Nedenler oldukça rasyonel:
- AAU, yerleşik bir iş modeli ve düzenli gelir sağlıyor;
- her yıl NBA draft'ına AAU'dan geçmiş oyuncular giriyor — bu da modelin "işlediğinin" kanıtı olarak görülüyor;
- AAU'nun büyük bir geçmişi ve itibarı var; alternatif programların bu mirasla rekabet etmesi çok zor.
Evet, ABD'de AAU'nun bıraktığı boşlukları doldurmaya çalışan başka altyapı sistemleri de var: daha fazla antrenman, takım oyunu vurgusu, savunma, sağlık odaklı yaklaşımlar. Ancak hiçbiri AAU kadar geniş bir "efsane"ye ve turnuva ağına sahip değil. AAU, NBA hayalinin ana güzergâhı olarak kalmaya devam ediyor: iyi bir koleje girmek, draft'a çıkmak, kontrat almak için başlıca yol buradan geçiyor. Çocuk yeni LeBron olmasa bile, NBA'deki asgari maaş yaklaşık 1,1 milyon dolar; 10+ sezon tecrübeli bir veteran için ise 3 milyon dolar civarında. Bu tabloda, lige girebilmek başlı başına büyük başarı sayılıyor.
Bu yüzden AAU turnuvalarına katılmak hâlâ profesyonel kariyere giden yolda neredeyse zorunlu bir adım gibi görülüyor. NBA, "dünyanın dört bir yanından en iyilerin geldiği" lig imajını başarılı biçimde pazarladığı, ortalama oyuncu seviyesini hâlâ Amerikalılar belirlediği sürece, genç sisteminde köklü bir yeniden yapılanma ihtimali düşük görünüyor.
NBA'nin geleceği: iş modeli ile gelişim arasında

Bir tarafta küreselleşme var: NBA'yi daha da seyirlik ve renkli kılan Avrupa ve dünyanın farklı bölgelerinden gelen yıldızlar. Diğer tarafta ise, birçok uzmana göre kendi ayağına kurşun sıkan Amerikan altyapı sistemi duruyor; erken yaşta kazanmayı ve highlight'ları, temel basketbol becerilerinin önüne koyuyor.
Paradoks şu ki AAU, pek çok gence hayalini gerçekleştirme fırsatı gerçekten veriyor: iyi bir koleje girmek, draft'a çıkmak, kontrat imzalamak mümkün oluyor. Ama aynı sistem eşzamanlı olarak:
- aşırı yüklenmeyle çocukların sağlığını yıpratıyor;
- onları tam anlamıyla takım oyunu kavrayışından mahrum bırakıyor;
- sayı atmayı bilen ama savunma yapmayı, iş birliği kurmayı ve uyum sağlamayı her zaman beceremeyen bir oyuncu nesli yetiştiriyor.
Bireysel ödüller yarışında Giannis, Jokic, Doncic ve Wembanyama gibi isimler daha yüksek sesle anıldıkça, Amerikan altyapı sistemine yönelik soru daha doğrudan sorulacak: NBA, kâr getiren ama ürünün kalitesini içten içe aşındıran bir konveyöre ne kadar süre daha yaslanabilir? Bugün için net bir cevap yok, fakat "yabancı dalga" büyüdükçe bu sorunun sesinin de giderek yükselmesi kaçınılmaz.







