
Bir insan hayal edilebilecek hemen her şeyi kazandığında, onu çoğu zaman demir gibi görürüz. Pep Guardiola bu efsaneyi soğukkanlı dürüstlükle yıkıyor: büyük röportajda yorgunluğunu itiraf ediyor, sağlığı için endişeleniyor, kulüp kulübesi dışındaki hayat planlarını paylaşıyor ve hatta bıyıklarıyla dalga geçiyor. Modern futbolun en büyük teknik adamlarından birinin zırhını çıkarıp filtresiz konuşmasına tanık oluyormuş gibi hissedeceğiniz bu açık sohbetin ana hatlarını derledik.
“Şu an yetmiş beş yaşımdayım”: fiziksel tükenmişlik hakkında dürüstçe
— Pep, kendinizi emekli gibi hissettiğinizi söylemeseydiniz kusursuz görünürdünüz.
— Bu tam olarak gerçek. Uyanıyorum ve her yerim sızlıyor: sırtım eski protrüzyonu hatırlatıyor, bacaklarım ise saha kenarında katettiğim binlerce kilometreyi. Objektif bir test yapsak yaşımı daha genç gösterir, ama subjektif olarak vücudum pasaportta “75” yazıyor. Sezon içinde bedenini dinlemeye vakit yok: her pazar yeni bir savaş, her antrenman yıpratıcı bir satranç maçı. “Futbolun beklemediğine alışkınım” diyor, “ama şimdi kendimi dinlemek zorundayım, yoksa bir gün piller tamamen bitecek”.
Monarka: uzun ömür kliniği olarak kişisel misyon
Hiç şaşırtıcı değil ki, Guardiola'nın yeni projelerinden biri tıp alanıyla bağlantılı. Barselona'da Thiago Alcántara ile birlikte Monarka adlı rejeneratif tedavi merkezini hayata geçirdi. Fizik tedavi odası ile hücresel teknoloji laboratuvarı arasında bir yerde, City teknik direktörü kendi cephe hattını buldu: “Vergilerin büyük kısmı okullara ve hastanelere gitmeli. Bu temel,” diye ısrar ediyor. Pep, sırt ağrılarıyla yaşadığı zorlukları hatırlıyor ve açıklıyor: tıbba yatırım yaparak yalnızca spora değil, hayata da katkı sağlıyor. “Ben doktor değilim ve asla olmayacağım, ama doğru insanları bir araya getirebilir, koşulları yaratabilir ve profesyonellerin mucize gerçekleştirmesine engel olmayabilirim.”
Ertelenemez mola: bir teknik direktöre neden duraklama gerekir
Manchester City ile olan sözleşmesi sona yaklaşıyor ve Guardiola kararlı konuşuyor: “Bu bölümden sonra molaya basacağım. Nokta.” Süre? “Bir, iki, beş yıl — hiçbir fikrim yok.” Dedesi sık sık şöyle dermiş: “Geçen trene bakan inek gibi bak.” Pep'in istediği tam da bu — durmak, dünyanın nasıl geçtiğini izlemek ve her vagona yetişmeye çalışmamak. Başta teknik direktörlüğü, hele Almanya ve İngiltere macerasını hiç planlamadığını hatırlatıyor. “Bazen en iyi plan, plansızlıktır,” diye gülümsüyor Katalan.
Barcelona'ya dönüş: artık açılmayacak kapı
Guardiola'nın Barça'da yeni bir döneme döneceğine dair söylentiler kendi hayatını yaşasa da, kahramanımız kökten kesiyor: “Bu hikâye sonsuza dek kapandı. Harikaydı, teşekkürler, ama bitti.” Ne teknik direktör koltuğunda ne de başkanlıkta kendini artık görmüyor. Konuşmaya açık olduğu tek şey, genç Lamine Yamal'ın parlaklığı. Messi ile kıyaslamalar? “Çocuk on beş sezonu üst düzeyde oynadığında tekrar konuşuruz. Ama insanların onu Leo ile yan yana koyması bile çok şey söylüyor. Bu, bir ressamı anında Van Gogh ile kıyaslamak gibi,” diye hafifçe başını sallıyor Pep ve hatırlatıyor: zamanı geldiğinde her şey yerine oturur.
Yenilgi dersleri: Guardiola neden başarısızlıklara minnettar
“Evet, moralim bozuk. Ee ne olmuş?” — soruyu kendisi yanıtlıyor. Mükemmel görüntüler ve sosyal medyadaki bitmek bilmez hiddet çağında, teknik direktör başarısızlıkları sevdiğini itiraf ediyor. Onlar olmadan zaferin değerini anlamak imkânsız; negatif enerji ise ekstra bir kafein shot'ı gibi çalışıyor. “Geçen sezon her şey pürüzsüz değildi. Beklentilerin altında kaldık — harika, demek ki daha da sıkı çalışacağız. Bir sonraki lig — yeni bir deneme.” “Kaybeden” etiketini reddediyor ve eleştirmenleriyle iç diyaloğunu aktarıyor: “Beni yargılamak mı istiyorsunuz? Başarılar. Ben yeniden deneyeceğim.”
Pep'in üç hâli: coşku, depresyon ve yokluk
Yakın bir dostu bir gün Guardiola'nın özünü şöyle tarif etmiş: üç kutup arasında gidip gelir. Yükseliş — takımın kusursuz futbol oynayıp rakibi yirmi paslık bir kombinasyonla geçmesi. Düşüş — aynı planın dağılması ve teknik direktörün kendini sanki kendi kalesine gol atmış gibi hissetmesi. Ve nihayet boşluk — duyguların tamamen yok olduğu, onun ise maçlarını dışarıdan izleyen bir seyirciye dönüştüğü hâl. “Görevim bir yerlerde ortada kalmak,” diyor Pep, “yoksa bazen sevinç okyanusuna, bazen şüphe uçurumuna savrulursunuz ve sağlıklı analiz mümkün olmaz.”
“İnsanlar düşüşümü bekliyor” — baskı ve şüphecilik üzerine
Guardiola sektöre dair kuralları biliyor: ne kadar yükseğe çıkarsan alkış o kadar gür, ama düşüş de baş döndürücü olur. “Almanya'da ‘Barça'sız sıradan bir antrenör’ dediler. İngiltere'de ‘Premier Lig'de futbolun tutmaz’ diye uyardılar. Peki, görelim.” Basit bir örnek veriyor: İngiltere'de sezonu gerçekten berbat geçiren bir kulüp ligi ikinci düzinede bitirir. “Biz zorluklar yaşadık ama zirve mücadelesinde kaldık. Bu felaket mi?” — sorunun ardında başkalarının şüphesine alışkın birinin gülümsemesi duyuluyor.
En iyiler de kaybeder: istatistikler ve Jordan paralellikleri
Kendi felsefesini açıklamak için Pep, Amerikan sporunun ikonlarına, Michael Jordan ve Tiger Woods'a başvuruyor. “Onlar en büyükler, ama kazanma yüzdeleri göründüğünden düşük. Kariyerleri boyunca kazandıklarından çok turnuva kaybettiler.” Futbolda da kural aynı: tüm kupaları alamazsın. Guardiola hesaplıyor: on altı ligden on üçünü takımları kazandı. “Evet, üç kupayı kaçırdık. Dramayı hissediyor musunuz?” diye gülümsüyor. Hemen ekliyor: “Başlangıç çizgisinde her zaman başarıya aynı derecede aç rakipler var. Sporun güzelliği, kimseye sonsuz zafer vaat etmemesidir.”
Geleceğin sınırları: aile, kitaplar ve uzun yürüyüşler
“Kulüpten ayrıldıktan sonraki ilk günlerde ne yapacaksınız?” sorusuna Pep tereddütsüz yanıt veriyor: “Alarm olmadan uyanacağım, çocukları okula bırakacağım, köpeği alıp yürüyüşe çıkacağım. Sonra — arkadaşlarla uzun bir öğle yemeği, iyi bir kitaptan birkaç sayfa, aileme ziyaret.” Senaryo sıradan geliyor ve cazibesi de tam burada. Guardiola emin: hayatın her zaman Etihad tribünleri gibi uğuldaması gerekmiyor. “Kariyerimi kontrol fikri üzerine kurdum: topu, alanı, duyguları kontrol etmek. Şimdi dümeni kısa süreliğine bırakma zamanı.”
Sonuç: mola son nokta değil
Sohbeti bitirirken Guardiola vurguluyor: mola, hikâyenin sonu demek değil. Futbol onun en rahat konuştuğu dil ve bir gün, bedeni toparlanıp zihni taktik gürültüsünden arındığında sahaya mutlaka geri dönecek. “Ama önce yeniden izleyici olmayı öğrenmek gerekiyor,” diye itiraf ediyor Avrupa futbolunun en büyük işkoliklerinden biri. Kim bilir, belki de bu mola, yeşil satranç tahtasındaki büyük ustanın en önemli hamlesi olur.