Son turda üst liglerde, arkasında son derece rasyonel taktik çözümler saklayan, yer yer neredeyse fıkra gibi görünen bir dizi tuhaf epizod ortaya çıktı. Bazı teknik direktörler, Avrupa kupası maçı olmayan boş haftaları kullanarak duran topları takımın başlıca kaynağına dönüştürüyor. Diğerleri savunmada düzeni sağlamak için süper yıldızlarını kulübede bırakıyor. Birileri kalecinin "sakatlığı" üzerinden kendine adeta mola aldırırken, bir başkası pozisyon hücumunun gelişim tavanına çarpıp duruyor. Gelin, bu detayların nasıl daha büyük bir tabloya dönüştüğüne bakalım.
Fikstür yardıma koştuğunda: United duran topları büyütüyor

Manchester United, iç sahada Crystal Palace karşısında 0-1'den geri dönüp 2-1 kazandı; iki gol de duran toplardan geldi. Ruben Amorim'in takımının duran toplardan attığı gol sayısı artık on ve bu alanda lig liderleri Arsenal ile Chelsea'yi yakalamış durumdalar.
Portekizli teknik adam bunu sadece şansla açıklamıyor. United'ın Avrupa kupaları yok; teknik heyet adeta idman sahasında yaşıyor, blokları, duran top varyasyonlarını, ceza sahasındaki koşu şemalarını tekrar tekrar çalışıyor. Premier Lig'de bunlar olmadan ayakta kalmak zor; rakipler sürekli mikro avantajlar arıyor ve Ruben de bazı fikirlerin rakiplerden "alınıp" uyarlanmış olduğunu açıkça kabul ediyor.
Diğer uçta ise Crystal Palace var. Oliver Glasner maçtan sonra bir kez daha Konferans Ligi'nden hemen sonra oynamanın takımını ne kadar zorladığından şikâyet etti: bu tür fikstürlerde sıfır galibiyet, bir beraberlik ve üç yenilgi. United maçı da tipik bir örnek oldu: ilk yarıda enerjik ve agresif bir Palace, ikinci yarıda ise düşen yoğunluk ve bu zayıflığın üzerine duran toplar ve kadro derinliğiyle giden ev sahibi baskısı.
Salah gölgede, savunma ise tertipli: Slot'un deneyi
Liverpool, deplasmanda West Ham'i 2-0'lık kontrollü bir oyunla geçerek üç maçlık yenilgi serisini bitirdi. Arne Slot'un takımı rakibine yalnızca yaklaşık 0,3 beklenen gol ürettirdi; bu, kırmızılar için sezonun en iyi savunma performanslarından biri.
Kilit karar ise Mohamed Salah'ın maça yedek kulübesinde başlaması ve sağ kanadın tamamen yeniden dizayn edilmesi oldu. Sağ bekte Joe Gomez görev yaptı, onun önünde ise bu yapıda neredeyse bir kanat bek gibi çalışan Dominik Szoboszlai vardı; öne destek veriyor ama top kaybında disiplinle geriye dönüyordu.
Ana hedef, West Ham'in en iyi pasörü olan sol bek Malick Diouf'u oyunun dışına itmekti. Gomez-Szoboszlai ikilisi maçı hiç değişmeden tamamladı ve sonuç da bunu yansıttı: Diouf sezon boyunca yalnızca ikinci kez, hiç ilerletici pas veremeden maçı bitirdi.
Önceki Liverpool'la kıyaslandığında kontrast çok net. Sağ kanatta Salah varken rakipler takımı giderek daha sık kendi sol bekleri üzerinden cezalandırıyordu: bu bölgeden gelen dört asist, diğer tüm mevkilerdekinden fazlaydı. Şimdi ise denge ve disiplin üzerine kurulu tercih bariz şekilde karşılığını verdi.
Taktik "tiyatro arası": Donnarumma ve Guardiola'nın molası

Manchester City - Leeds maçı tam bir duygu trenine dönüştü. Ev sahibi ekip 2-0'lık güvenli bir üstünlük yakalamıştı, ancak devre arasında Daniel Farke takımı 4-3-3'ten 3-5-2'ye geçirip kanatları tazeleyince oyun aniden tersine döndü. City, Leeds'in yeni yapısına ayak uyduramadı, pres dağıldı, kontra ataklar yağmaya başladı ve skor 2-2'ye geldi.
Kaosun zirvesinde Gianluigi Donnarumma bir anda bacağını tutup çimlere yığılıyor. Hakem sağlık ekibini çağırmak zorunda kalırken Pep Guardiola tüm saha içi oyuncularını etrafına topluyor; futbolda resmen olmayan, adeta tam teşekküllü bir mola ortaya çıkıyor.
Maçtan sonra Farke öfkesini gizlemedi; pozisyonu açıkça bir tür sinizm olarak niteledi ve hakemlerin buna karşı neredeyse çaresiz olduklarını kabul etti. Pep ise pek de saklamadan, bu arayı, kendi hamlelerinden sonra dağılan presi yeniden organize etmek için kullandığını anlattı.
Etkisi ise kısmi oldu. Leeds skoru eşitlemeyi başardı ama ardından kontrol yeniden City'ye geçti. Penaltı pozisyonundan sonra konuk takım kaleye sadece bir şut gönderebildi.
Önemli olan bir başka nokta da şu: Donnarumma için bu tür bir numara yeni değil. PSG döneminde de benzer "duraklamalar" yaratmıştı; örneğin, Arsenal'e karşı oynanan Şampiyonlar Ligi yarı final rövanşında Paris ekibi bu yolla Thomas Partey'nin uzun taçlarının ritmini bozuyordu. Bu fikri daha sık kimin ortaya attığı ise hâlâ muamma: Takımın batmakta olduğunu hisseden kalecinin kendisi mi, yoksa bunu ondan isteyen teknik heyet mi?
Fikir tavanı: Frank yönetiminde Tottenham'ın pozisyon hücumları
Tottenham, iç sahada yedinci dakikaya gelmeden Fulham karşısında 0-2 geriye düşmüş ve sonunda maçı 1-2 kaybetmişti. Thomas Frank'in takımı için bu, pozisyon hücumlarının kalitesine dair adeta ideal bir testti: konuk ekip mantıklı şekilde derin bloğa çekildi ve topu büyük itiraz olmadan rakibe bıraktı.
Ancak beklenen baskı ve pozisyon yağmuru yerine ortaya sıkıcı bir kardiogram çıktı. Maçın pas haritası neredeyse takıntı düzeyinde tek bir fikri ortaya koyuyor: yerleşik hücumlarda top tekrar tekrar sağ kanattaki Mohammed Kudus'a gidiyor. Yarım bir varyasyon, Xavi Simons oyuna girdiğinde görülüyor, ama prensip değişmiyor.
Bu kadar tekdüzelik içinde Spurs, açık oyundan yalnızca 0,57 xG üretebildi; maçın daha ilk dakikalarından itibaren kaybedecek bir şeyi kalmamış, risk almak zorunda olan bir takım için bu rakam felaket düzeyinde düşük.
Frank şu sıralar haklı olarak ağır eleştiriler alıyor, ancak onun Brentford'da, bir alt seviye takımın teknik direktörü olarak ne kadar büyük iş çıkardığını da unutmamak gerekiyor. Görev tanımı arasındaki fark çok büyük: orada rakipler pozisyon oyunu fikrinin dayanıklılığını nadiren test ediyordu, burada ise bunu her hafta yapıyorlar. Tam da bu alanda – hücumda sürekli yeni çözümler üretme gerekliliğinde – Danimarkalı teknik adam şimdilik belirgin şekilde tökezliyor.
Diaz son akor olarak: Bayern'in yeni pozisyon oyunu

Luis Diaz, Bayern'e o kadar organik biçimde uyum sağladı ki sanki kariyerinin tamamını Münih'te geçirmiş gibi görünüyor. St. Pauli'ye karşı oynanan maç bunu bir kez daha doğruladı.
İlk gol, Diaz için artık klasik hale gelen içe kat edip stoperlerin arkasına atılan topa koşuyla başlıyor; Kolombiyalı yarı kanatta boşluğa çıkıyor ve topu takım arkadaşına yumuşakça bırakıyor.
İkinci gol ise tamamen onun imza bitirişi. Ortanın yapıldığı anda Diaz ceza sahasındaki kalabalığın içinde bile değil; derinlikten koşuya başlıyor, savunmanın Harry Kane ve Nicolas Jackson'a odaklanıp merkeze kilitlendiği anda çizgiler arasındaki boşluğa sızıyor.
Her iki pozisyonda da takım arkadaşları stoperleri adeta "bağlıyor"; savunmacılar pas hattını değil, doğrudan adamı takip etmek zorunda kalıyor ve tam da bu sayede derinlikte açılan boşluğu Diaz kullanıyor. Bayern'in geçmişte de bu koridorları açabilen yeterince oyuncusu vardı, fakat bu "sarmentler" arasından kopup gelen, doğru ana koşu atan bir tarzan eksikti. Şimdi o eksik parça sonunda bulunmuş gibi görünüyor.
Bundesliga'nın ince cerrahı: Leon Avdullahu
Bir diğer keşif ise Hoffenheim'ın oyun kurucu orta sahası Leon Avdullahu. Tipik pozisyonlarından birinde, aslında çok da güçlü görünmeyen sol ayağıyla, rakibin savunma ve orta saha hatları arasındaki boşluğu kesen bir pas çıkarıyor. Top yerden, mükemmel ayarlanmış bir hızla gidiyor; presin arasından geçer geçmez sanki kendiliğinden yavaşlıyor ve takım arkadaşına sadece kontrol edip atağı sürdürmek kalıyor.
Avdullahu'nun bu tarz anları, haftadan haftaya tekrarlanan bir dizi haline geldi. Hatlar arasını delen ve aynı zamanda kontrolü son derece kolay olan hemen hemen her pası, taktik meraklıları için ayrı bir görsel şölen. Üstelik henüz 21 yaşında ve Hoffenheim onu Basel'den yalnızca 8 milyon avroya aldı. Yaratıcı merkez orta sahalara özel bir sevgi besleyen Bundesliga için bu, uzun yıllar konuşulabilecek potansiyel bir yıldız.
Taç atışlarını elde yakalamak mı? Rulli teoriyi gerçek maçta test ediyor

Pek çok taraftarın içgüdüsel sorusu şudur: Kaleciler neden rakibin uzun taç atışlarına agresif şekilde çıkıp topu elleriyle kesmeyi neredeyse hiç denemez?
Marsilya kalecisi Geronimo Rulli, teoride kalmayıp Toulouse ile oynanan 2-2'lik maçta tam da böyle oynamayı denedi. Uzun taç atışlarını altı pas çizgisinde değil, neredeyse ceza sahasının ortasında karşıladı.
Üç kritik pozisyonun özeti şöyle oldu:
- 1. İkili mücadeleye çıktı, topun uçuşunu yanlış hesapladı ama seken topu takım arkadaşı topladı.
- 2. Yine çıktı ve bu kez kendi lehine faul kazandı.
- 3. Arada kaldı ve golü yedi.
Sorun şu ki, taçtan atılan top genellikle "paraşüt" benzeri bir uçuşa sahip ve çoğu zaman köşe vuruşuna kıyasla kale çizgisinden daha uzağa düşüyor. Kaleci daha fazla mesafe koşmak, topun uçuşunu daha uzun süre takip etmek ve aynı anda oyuncuların hareketlerini okumak zorunda kalıyor. En ufak bir gecikmede ya rakip bloğunun içine sıkışıyor ya da arada kalıp kendi savunmasını da şaşırtıyor.
Bu yüzden, fikir teoride cazip görünse de pratikte neredeyse hiç karşılık bulmaması şaşırtıcı değil. Açık ki birçok teknik direktör bu yöntemi antrenmanlarda denemiş ve böylesi pozisyonların nadirliğine bakılırsa, bunun fazla riskli bir deney olduğuna karar vermiş.
Conte'nin Napoli'si: 3-4-3 için doğru kanatlar

Antonio Conte'nin Napoli'si ritim yakaladı: üst üste üç galibiyet ve bunda 3-4-3 dizilişine geçiş ile kanat oyuncularının profilini değiştirmesinin payı büyük. Ara sonrasındaki tüm maçlarda İtalyan teknik adam Lang – Højlund – Neres üçlüsüne güvendi.
Roma'ya karşı alınan 1-0'lık galibiyeti de, bir hafta önce Atalanta karşısında olduğu gibi, takıma David Neres getirdi. Conte, bir kez daha risk alarak kilit oyunculardan Matteo Politano'yu kenara çekip Brezilyalıya şans tanıdı.
Politano, sürekli topu ayağına isteyen, çevresindeki alanı daraltıp ardı ardına driplingler ya da kısa paslarla savunmayı yarmaya çalışan tipik, yapışkan bir driblingci. Onun stili oyunu ağırlaştırıyor, alanları sıkıştırıyor.
Neres ise daha çeşitli ve yeni yapıya çok daha iyi oturuyor: her şeyden önce boş alanları kovalıyor, savunma arkasına koşular atıyor, hem klasik bir kanat oyuncusu gibi hem de ikinci dalga koşucusu olarak çalışmaya hazır. Roma'ya karşıki gol pozisyonunda Højlund kanada doğru açılıp topu saklarken, Neres savunma arkasına doğru patlayıcı bir koşu atıyor; Politano'nun aynı durumda muhtemelen sadece Danimarkalıya yaklaşarak onu desteklemekle yetineceği bir an. Brezilyalı, benzer koşularla Atalanta savunmasını da defalarca deldi.
Conte, kanatları yeni düzene uydurmak için uzun süre uğraştı ve ancak şimdi, görünüşe göre, yeni tip santrfor ile sadece topu değil, boş alanları da düşünen bir kanat oyuncusu arasında doğru dengeyi bulmuş durumda.
Katalan şablonuna göre arkaya koşular: Barça'nın yenilenmiş hücumu
Raphinha'nın iki aylık aranın ardından Barcelona'nın ilk on birine geri dönmesi, takımın hücum oyununu gözle görülür şekilde genişletti. Alavés maçındaki ilk iki gol, onun savunma arkasına attığı koşular sayesinde geldi.
Önce Brezilyalı ceza sahasında pas opsiyonu olup yerden bir orta çıkarıyor ve hafif bir seken toptan sonra gol Robert Lewandowski'ye yazılıyor. Sonraki pozisyonda ise Raphinha Jonny Castro'yu sallayıp savunma arkasına atılan topa hızlanarak koşu yapıyor.
Buna rağmen tek bir role sıkışıp kalmıyor; zaman zaman sağa kayarak rakibin Lamine Yamal'a gösterdiği yoğun ilgiyi kullanıyor – savunmacılar genç yıldıza çekilirken diğer kanat oyuncusu için koridorlar açılıyor.
Bu hareketleri Dani Olmo da destekliyor; sürekli olarak merkezden çizgiler arasındaki boşluklara fırlayarak Alavés'in defansif orta sahasını peşinden sürüklüyor. Devre arasında oyuna giren Marcus Rashford ise savunma arkasına koşu atmayı seven bir diğer usta.
Paradoks şu ki, bu kadar uygun profile sahip oyunculara rağmen Barça hâlâ bu dikine koşuların tüm potansiyelini kullanamıyor; topu ayağında bulunduran oyuncular sık sık daha güvenli, kısa pası seçip takım arkadaşlarının umut vadeden koşularını görmezden geliyor.
Detayların her şeyi belirlediği bir dünya

Tüm bu hikâyeleri bir araya getirdiğimizde ortak bir trend ortaya çıkıyor: Maçların kaderini giderek daha az soyut "karakter" ya da "motivasyon", çok daha fazla somut detaylar belirliyor – bir takımın duran toplara ne kadar zaman ayırabildiğinden tutun, bir teknik adamın kanattaki disiplin uğruna yıldızının statüsünden vazgeçmeye ne kadar hazır olduğuna kadar.
Sahte sakatlıktan devre arasına dönüşen mola, kalecinin uzun taçlarda yaptığı cesur ama tartışmalı deney, yeni sistem için kanat profilinin tamamen değiştirilmesi, hatları kesebilen genç bir oyun kurucuya yapılan yatırım – bunların hepsi aynı sürecin tuğlaları. Üst liglerde artık sıradanlığa neredeyse hiç yer kalmadı: her mikro hamle ince ince planlanıyor ve dahiyane bir fikirle büyük bir fiyasko arasındaki sınır yalnızca birkaç küçük detaya bağlı.







