
Avrupa basketbolu baş sahneye dönüyor – ve bu yıl dikkat, çizilen setlerden ve koç tahtasından çok insanlara çevrili. NBA oyuncularının rekor düzeyde katılımı EuroBasket 2025’i bireysel kimliklerin geçidine çeviriyor: kimi bir ülkenin beklentisini tek başına sırtlıyor, kimi inisiasyon töreninden geçiyor, kimi ise kendi çağını uzatmaya çalışıyor. Entrika, kimin rotasyonu daha genişte değil; kısa ve sinirli bir turnuvada kimin “ben”i ayakta kalacakta.
Favoriler sahnede: Jokic, Doncic, Antetokounmpo
Nikola Jokic, Sırbistan için psikolojik dayanıklılığın başlıca testi. NBA’de usage yükünü omuzlayıp takım arkadaşlarını altına çevirmeye alışık, ancak milli takımda tartışmasız favori rolü, her yalpalamanın felaket gibi göründüğü bir çerçeve. Sırbistan’ın etrafına oyunu kurmak için yeterince şutörü ve handoff (elden teslim) aksiyonları var; asıl risk ise kafada: takım “kolay” galibiyet beklemeye başlar başlamaz yarı saha hücumu temposunu kaybediyor, rakipler zayıf tarafta sarkıp (sag off) arka taraftan gelen ikili sıkıştırmalarla boğuyor.
Luka Doncic – turnuvanın anomalisidir. Slovenya derinlikten yoksun, ama bir gecede 50+ üretebilen, canavar bir triple-double toplayabilen ve “beşe karşı bir” sürükleyebilen birine sahip. Yine de EuroBasket’in kaotik eleme oyunlarında Luka bile kırılgan: ona karşı “duvar” örülecek, sola yönlendirilecek, pik ve rol sonrası blitz baskısıyla bunaltılacak ve topu onsuz yaşatmaya zorlanacak. Yeni fiziksel formu işe yarar mı, kararlarını hızlandırır mı ve şutu takım arkadaşlarına emanet eder mi – Slovenya’nın hikâyesi buna bağlı.
Giannis Antetokounmpo Avrupa’da geleneksel olarak bir doğa olayı gibi oynar. Geçiş oyunları, eurostep, faulleri paket paket toplamak – hepsi garanti. Ama Yunanistan sık sık “Giannis’in takımı” problemine tosluyor: genişlik ve istikrarlı dış atış yoksa, rakipler boyayı kapatıyor ve dev, sistem dışı kahramanlığa mecbur kalıyor. Koç ekibine soru basit: canavarın yapı içinde çalışması için disiplin ve spacing yeterli olacak mı, yoksa yine tek başınalık mı?
İktidar değişimi: Fransa, Almanya, İspanya
Fransa yeni bir çağı başlatıyor. Alex Sarr ve Zaccharie Risacher – gelecek on yılın yüzleri – ve onlara ısınma süresi tanınmıyor: doğrudan kilit roller. Sarr, Victor Wembanyama veya Rudy Gobert kadar saf bir rim protector gibi domine etmese de switch okuyup perimetrede kalabiliyor – bu da “üç renkli” savunmanın geometrisini değiştiriyor. Risacher, geleceğin skorer prototipi: atletizm, topsuz oyun, arkaya “gizli” cut koşuları. Bu sistemin yapıştırıcısı Guerschon Yabusele: gençlerin duygularını tutmalı, “kirli işi” kapatmalı ve gerekirse son şutu üstlenmeli.
Almanya, Dennis Schröder’in karizmasıyla yaşamak zorunda olmadığını çoktan kanıtladı. Gelişimin mantığı, kumanda merkezinin yavaşça Franz Wagner’e kaydığını gösteriyor. Wagner NBA kalibresinde “hepsi-bir-arada” bir oyuncu: pik ve rolden pas, orta mesafeden pull-up, sırtı dönük mismatç avı. Almanların çok şeyi değiştirmesi gerekmiyor – vurguları Schröder’in tempoyu yönetip Franz’ın kritik pozisyonları kapatacağı şekilde yerleştirmek yeterli.
İspanya da DNA’sını yeniden dikiyor. Santi Aldama – “La Roja”nın yeni yüzü. Onun “dört numara”dan face-up oyunu ve dış tehditi savunmayı geniş tutuyor; ama İspanya’nın ihtiyacı yalnızca çok yönlülük değil, çeyrek sonunda “havadan” 8–10 sayı alan bir yıldız. Aldama ribauntta sertlik ve “clutch”ta soğukkanlılık eklerse, bu İspanya kâğıt üzerindekinden daha yüksek sesle konuşur.
Balkan ateş hattı: Sırbistan ve çevresi
Sırbistan’da her şey Jokic etrafında dönse bile ikinci bir motor var – Bogdan Bogdanovic. Milli takımda NBA’dekinden farklı: karar özgürlüğü daha fazla, off-screen şutlar daha fazla, cesaret daha fazla. Savunma Nikola’ya kilitlendiğinde, Bogdan saniyeleri flare perdelerle yakmalı ve “yakala–at” hızında karar vermeli. “Açıldı/kayboldu” salınımlarından kaçındığında Sırbistan bir takım silindiri gibi görünüyor.
Karadağ, Nikola Vucevic’in son büyük seferiyle yaşıyor. Beş numarada yüzde 40 üçlük yalnızca bir süs değil, sistematik bir pick-and-pop kaynağı; bu, “iki numaraya” koridor açıyor ve rakibi rahatsız closeout’lara itiyor. Ebedî soru: Vucevic’in derli toplu rakamları eleme galibiyetlerine dönüşecek mi?
Bosna’nın, Jusuf Nurkic’e “çapa” modunda ihtiyacı var. Milli takım, onun perde kalitesi, ribaunt gücü ve boyalı alan savunmasına fazlasıyla bağımlı. Nurk tempoyu kontrol eder, ikili sıkıştırmadan topu çabuk çıkarır ve duygusal faullerden kaçınırsa, Bosna “geçişlik” takımdan rahatsız edici bir eşleşmeye dönüşür.
Letonya faktörü ve kuzeyin büyük dörtlüsü
Kristaps Porzingis – muhtemelen turnuvanın en merak uyandıran kişisel rotası. Letonya zaten akıllı ve uyumlu oynayabildiğini kanıtladı; Porzingis’in stretch beş profili hücumu dönüştürüyor: pick-and-pop, geçişte trailer üçlükleri, güçlü taraftan gelen her yardımı anında cezalandırma. Sağlık tutarsa, Riga’nın, tek bir haftada braketi ters yüz edebilecek bir süper yıldızı olur.
Lauri Markkanen – 2025 için kuzeyin Dirk’ü. Hazırlıkta banttan çıkar gibi 30–40 attı ve bu tesadüf değil: üçlük çizgisi gerisinden step-back, kısaların üstüne yüzü dönük oyun, seyrek ama öldürücü post girişleri. Finlandiya nadiren favorilere sistemli meydan okur; buna karşın Markkanen, herkesi kendisine özel bir oyun planı kurmaya zorlar.
Deni Avdija – “yoksulların Luka’sı” mı? Çok tembel bir klişe. NBA’de elverişsiz bir ortamda büyüdü ama büyüdü: kısa devrilmeyi daha iyi okuyor, boş üçlüğe daha emin, üç pozisyonu savunabiliyor. İsrail’de ona top ve sorumluluk veriliyor – burada, her hücumun daha ağır, savunmaların daha akıllı olduğu bir bağlamda, ilerlemesinin zafere ne kadar tercüme olduğunu göreceğiz.
Vetera yürüyüşü: Valanciunas ve “post” mirası
Jonas Valanciunas – zamanın canlı bir işareti. Bir zamanlar bloktaki dominasyonu ve double-double’ları Litvanya’nın podyum biletleriydi. Bugün Avrupa basketbolu daha hızlı, daha kısa ve daha geniş. Ama Jonas’ın gücü hâlâ matematiği değiştirmesinde: rakip beş numaralardan faul çıkarıyor, ikinci şansları sömürüyor, switch sonrası küçük oyuncuyu sırtı dönük cezalandırıyor. Litvanya “eski okul post” ile modern drive-and-kick arasında denge kurarsa, bu yılların en iyi turnuvası olabilir.
Yayını açmaya değer “ikinci plan”
Pelle Larsson (İsveç) – yeni dalganın rol oyuncusu örneği. Akıllı cut’lar, atak noktasında sert savunma (point-of-attack), temasta korkusuzluk. Bu tür detaylar nadiren öne çıkanlara girer ama küçük milli takımları olgunlaştıran tam da budur. “Göğsünde yıldız olmayan” bir oyuncunun, nötr pozisyonlardan faydayı nasıl çekip aldığına bakmak başlı başına keyif.
Neemias Queta (Portekiz) – “dikey tehdit”in ne olduğunu anlamak için fırsat. Önemli olmak için dış atmak zorunda değil: doğru perde açısı, kısa devrilme, lob threat, hücum ribaundu – derken rakip “büyük” oyuncusunu daha derine gömmek zorunda kalıyor ve Queta’nın partnerlerine yay çizgisi açılıyor. İzleyici için de coğrafyayı genişletmenin bir yolu: Portekiz egzotizm veriyor, Queta ise çok net, yalın bir basketbol faydası.
Simone Fontecchio (İtalya) – anın ustası. Hareketten şut, stagger perdelerin arkasına saklanma ve hazırlıksız vurma – favorileri bile bozan şey bu. İtalyanların turnuvası nesillerin eşiğinde: Gallinari ve Melli dönemi çekiliyor, Fontecchio’nun parlak bir serisi bu geçişe köprü olabilir.
Türk deneyi: Şengün adlı “mini-Jokic”
Alperen Şengün hedefi madalya diye ilan etti – ve bu boş söz değil. “Yüksek post”ta sırt pasları, okumalı handoff, gelişmiş dış atış – hepsi Türkiye’ye beklentilerin ötesine geçme teklifi gibi duruyor. Savunmada ise NBA’de sorulan aynı soruya cevap vermeli: pik ve rolü aşırı drop oynamadan nasıl sağ çıkar ve switch hunter’ların avı olmaz? Alperen iki yarı sahada da enerjiyi korur ve faul sıkıntısına saplanmazsa, Türkiye birinin şölenine gölge düşürebilir.
Hız ile kontrol arasında Almanya: Schröder vs. Wagner
Dennis Schröder, Avrupa kurallarıyla oynadığında kıtanın en etkili oyun kurucularından biri. Kısa üçlük çizgisi, temas, ilk adımın keskinliği – hepsi burada okyanus ötesinden daha parlak çalışıyor. Ama Almanya’nın madalya gününe çıkması için ince bir denge lazım: Schröder hızlandırmalı, Wagner kapatmalı. Buna tipik Alman savunma disiplinini ve yan çizgi pik-n-rollerinde ice coverage’ı eklersek, takım yeniden üst grupta biter.
Fransa’nın geleceğe köprüsü: Yabusele, Sarr, Risacher
Fransa’ya ayrıca dönelim, çünkü en ilginç “bayrak devri” orada. Guerschon Yabusele her yerde olmayı vaat ediyor – ribaunttan son şuta. Sarr, şimdiden yalnızca “küçüklerle değişmekle” kalmayıp, rakip switch curcunasında posttan cezayı kesmeli. Risacher ise Fransızların dar alanlarda çokça ihtiyaç duyduğu şeyi ekliyor: zayıf tarafta potaya düz bir hat ve tek duraklamadan sonra hızlanan bir saldırı. Her şey pürüzsüz olmayacak, ama gerçek zamanlı büyüme çok olacak.
Kuzey güneye karşı: çarpışacak stiller
Finlandiya ve Letonya genişlik ve tempodan oynuyor, Balkanlar okumadan ve temastan, Fransa derinlik ve savunmadan, Almanya rasyonaliteden. EuroBasket’in güzelliği, bir haftada ekollerin çarpışmasını izleyecek olmamız: drop vs. switch, dar “post” vs. 5-out, izolasyonlar vs. sistemik Spain pick-and-roll. Bu çeşitlilik fonunda, kişilerin belirleyiciliği daha da net: tek bir süper seri braketi çevirebilir, tek bir çöküş turnuvayı kapatır.
Her maç gününü neden izlemeli
Çünkü bu, takım sporunda yalnızların şampiyonası. Jokic için – favori olup kendisi kalabilecek mi görmek adına. Doncic için – oyun ve bedeninin yeni versiyonunun Avrupa kaosunda nasıl yaşadığını görmek adına. Giannis için – dar sahada bile geçiş şiirine yer olduğunu bir kez daha teyit etmek adına. Fransa için – Yabusele’nin himayesinde Sarr + Risacher ikilisinin doğuşuna tanıklık etmek adına. Almanya için – kuşak değişimi adına. İspanya ve Aldama için – bir stilin ne kadar hızlı yeniden yazılabildiğini anlamak adına. Kuzeyli şutörler Porzingis ve Markkanen için. “Post”un son kalesi Valanciunas’ın dürüst emeği için. Ve ikinci plan için – Larsson, Queta, Fontecchio – faydası detaylara bakan herkese görünür insanlar için.
EuroBasket 2025, kusursuz takım partisyonlarından ziyade, sert bir Avrupa satranç tahtasında parlak solo partiler vaat ediyor. Alev tam da bu karışımda: kısa mesafe, sıkı savunmalar, ekrandan bile duyulan sinirler. Her maç gününü izleyin – seçilecek tek bir hikâye için burada fazlasıyla çok hikâye var.